O yerler boş, harap, hâlî kalmış diye ağlamaların, Mâlik-i Hakîkisinden gaflet ve insanları misafir tasavvur etmemekten ve mâlik tevehhüm etmek yanlışından ileri geliyor... Fakat o yanlışlıktan ve o yakıcı vaziyetten bir hakîkat kapısı açıldı. Ve o hakîkatı tam kabul etmeye nefis hazırlandı. Evet, nasılki bir demir ateşe sokulur; tâ yumuşasın, güzel ve menfaatdar bir şekil verilsin... Öyle de o hüzünengiz hâlet ve o dehşetli vaziyet ateş oldu, nefsimi yumuşattı. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân, mezkûr âyetin hakîkatiyle, hakâik-i îmaniyenin feyzini tam ona gösterdi, kabul ettirdi.Evet “LİLLÂHİ’L-HAMD” şu Âyetin hakîkatı, îman feyziyle (Yirminci Mektub gibi risâlelerde kat’i isbat ettiğimiz gibi) herkesin kuvvet-i îmaniyesi nisbetinde inkişaf eden öyle bir nokta-i istinâd ruha ve kalbe verdi ki, o vaziyetin dehşetinden yüz derece ziyâde korkunç, zararlı musîbetlere karşı gelebilir bir kuvveti, “ÎMAN-I BİLLAH”dan verdi. Ve şöyle ihtar etti ki: Senin Hâlıkın olan şu memleketin Mâlik-i Hakîkisinin emrine herşey musahhardır, herşeyin dizgini onun elindedir, O’na intisâbın yeter. O Hâlıkıma dayanıp tanıdıktan sonra, düşman sûretini alan bütün şeyler, düşmanlıklarını terkettiler; ağlattıran hazin haller, beni neş’elendirmeye başladılar.Hem çok risâlelerde kat’i bürhanlarla da isbat ettiğimiz gibi, o hadsiz arzulara karşı Îman-ı bi’l-Âhiretten gelen nur ile öyle bir nokta-i istimdâd verdi ki; değil küçücük ve muvakkat, kısa, dünyevî ahbablara karşı arzu ve rabıtalarıma, belki Ebedü’l-Âbâdda, âlem-i bekada, saadet-i ebediyede hadsiz uzun arzularıma kâfi gelebilir bir nokta-i istimdât verdi. Çünkü bir cilve-i rahmetiyle, muvakkat bir misafirhânesi olan bu dünyanın bir menzili olan şu zeminin yüzünde, o misafirlerini bir iki saat sevindirmek için, bahar sofrasında had ve hesaba gelmez san’atlı, şirin ni’metlerini, her baharda ihsan edip bir kahvaltı hükmünde o misafirlere yedirdikten sonra, mesken-i ebedîlerinde sekiz dâimî Cenneti hadsiz bir zamanda, hadsiz envâ-ı ni’metiyle doldurup ibâdına ihzar eden bir Rahmânir-Rahîmin rahmetine îman ile istinâd edip, intisâbını bilen elbette öyle bir nokta-i istimdât bulur ki; en ednâ derecesi, hadsiz ebedî emellere meded verip idame eder.Hem o Âyetin hakîkatıyla, îmanın ziyasından gelen nur öyle parlak bir sûrette tecelli etti ki; o zulümatlı olan cihat-ı sitteyi gündüz gibi aydınlattırdı. Çünkü bu medresem ve bu şehirde talebe ve dostlarımın arkalarında kalıp ağlamak vaziyetini şöyle aydınlattırdı ki: Ahbabın gittikleri âlem karanlıklı değil, yalnız yerlerini değiştirdiler; yine görüşeceksiniz diye ihtar etti. Ağlamayı tamamen kestirdi. Ve dünyada onların yerine geçecek ve benzeyecek olanları bulacağımı ifham etti. Evet “LİLLÂHİ’L-HAMD” hem vefat eden Van medresesini Isparta medresesiyle ihya edip, oradaki ahbabları dahi, daha çok, daha kıymetdar talebeler ve ahbablarla ma’nen ihya etti.
Türkçe
English
العربية
Pyccĸий
français
Deutsch
Español
italiano
中文
日本語
Қазақ
Кыргыз
o'zbek
Türkmence
فارسى