Üçüncü Nokta: Bu dünya, dârül hikmettir, dârü’l-hizmettir; dârü’l-ücret ve mükâfat değil. Buradaki a’mal ve hizmetlerin ücretleri berzahta ve âhirettedir. Buradaki a’mal, berzahta ve âhirette meyve verir. Mâdem hakîkat budur, a’mal-i uhreviyeye âid neticeleri dünyada istememek gerektir. Verilse de memnunâne değil, mahzunâne kabûl etmek lâzımdır. Çünkü: Cennet’in meyveleri gibi, kopardıkça yerine aynı gelmek sırriyle, bâki hükmünde olan amel-i uhrevî meyvesini, bu dünyada fâni bir sûrette yemek, kâr-ı akıl değildir. Bâki bir lâmbayı, bir dakika yaşayacak ve sönecek bir lâmba ile mübadele etmek gibidir.
İşte bu sırra binâen; ehl-i velâyet, hizmet ve meşakkat ve musîbet ve külfeti hoş görüyorlar, nazlanmıyorlar, şekvâ etmiyorlar. “Elhamdülillahi alâküllihal” diyorlar. Keşf ü kerâmet, ezvak u envâr verildiği vakit, bir iltifat-ı İlâhî nev’inden kabûl edip setrine çalışıyorlar. Fahre değil, belki şükre, ubûdiyete daha ziyâde giriyorlar. Çokları o ahvâlin istitar ve inkıtaını istemişler, tâ ki amellerindeki ihlas zedelenmesin. Evet makbul bir insan hakkında en mühim bir ihsan-ı İlâhî, ihsanını ona ihsas etmemektir; tâ niyazdan naza ve şükürden fahre girmesin.
İşte bu hakîkata binâendir ki, velâyeti ve tarikatı isteyenler; eğer velâyetin ba’zı tereşşuhatı olan ezvâk ve kerâmâtı isterlerse ve onlara müteveccih ise ve onlardan hoşlansa; bâki uhrevî meyveleri, fâni dünyada, fâni bir sûrette yemek kabilinden olmakla beraber; velâyetin mayesi olan ihlası kaybedip, velâyetin kaçmasına meydan açar.
YEDİNCİ TELVİH: “Dört Nükte”dir.
Birinci Nükte: Şerîat doğrudan doğruya, gölgesiz, perdesiz, sırr-ı ehadiyet ile rububiyet-i mutlaka noktasında hitab-ı İlâhînin neticesidir. Tarikatın ve hakîkatın en yüksek mertebeleri, şerîatın cüzleri hükmüne geçer. Yoksa dâima vesile ve mukaddime ve hâdim hükmündedirler. Neticeleri, şerîatın muhkematıdır. Yâni: Hakâik-i şerîata yetişmek için, tarikat ve hakîkat meslekleri, vesile ve hâdim ve basamaklar hükmündedir. Git gide en yüksek mertebede, nefs-i şerîatta bulunan ma’nayı hakîkat ve sırr-ı tarikata inkılâb ederler. O vakit, şerîat-ı kübrânın cüzleri oluyorlar. Yoksa ba’zı ehl-i tasavvufun zannettikleri gibi, şerîatı zâhirî bir kışır, hakîkatı onun içi ve neticesi ve gayesi tasavvur etmek doğru değildir. Evet şerîatın, tabakat-ı nâsa göre inkişâfâtı ayrı ayrıdır. Avam-ı nâsa göre zâhir-i şerîatı, hakîkat-ı şerîat zannedip, havassa münkeşif olan şerîatın mertebesine “hakîkat ve tarikat” nâmı vermek yanlıştır. Şerîatın umum tabakata bakacak merâtibi var.
English
العربية
Pyccĸий
français
Deutsch
Español
italiano
中文
日本語
Қазақ
Кыргыз
o'zbek
azərbaycan
Türkmence
فارسى