

Silsile-i Nakşî’nin kahramanı ve bir Güneşi olan İmâm-ı Rabbânî (R.A) Mektûbâtında demiş ki: “Hakâik-i îmaniyeden bir mes’elenin inkişâfını, binler ezvak ve mevâcid ve kerâmâta tercih ederim.”
Hem demiş ki: “Bütün tarîklerin nokta-i müntehası, hakâik-i îmaniyenin vuzuh ve inkişafıdır.”
Hem demiş ki: “Velâyet üç kısımdır: Biri velâyet-i suğra ki, meşhur velâyettir. Biri velâyet-i vustâ, biri velâyet-i kübrâdır. Velâyet-i kübrâ ise; verâset-i nübüvvet yoliyle, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakîkata yol açmaktır.”
Hem demiş ki: “Tarîk-ı Nakşî’de iki kanad ile sülûk edilir.” Yâni: “Hakâik-i îmaniyeye sağlam bir sûrette i’tikad etmek ve ferâiz-i dîniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa, o yolda gidilmez.” Öyle ise tarîk-ı Nakşînin üç perdesi var:
Birisi ve en birincisi ve en büyüğü: Doğrudan doğruya hakâik-i îmaniyeye hizmettir ki, İmâm-ı Rabbânî de (R.A.) âhir zamanında ona sülûk etmiştir.
İkincisi: Ferâiz-i dîniyeye ve Sünnet-i Seniyeye tarîkat perdesi altında hizmettir.
Üçüncüsü: Tasavvuf yoliyle emrâz-ı kalbiyenin izalesine çalışmak, kalb ayağiyle sülûk etmektir. Birincisi farz, ikincisi vâcib, bu üçüncüsü ise sünnet hükmündedir.
English
العربية
Pyccĸий
français
Deutsch
Español
italiano
中文
日本語
Қазақ
Кыргыз
o'zbek
azərbaycan
Türkmence
فارسى