Üçüncüsü,
kelimesiyle der: Cemâatten hayatını alan hayat-ı içtimâîye ve medeniyetiniz ne olmuş ki, böyle hayatınızı zehirliyen bir ameli kabûl eder?
Dördüncüsü,
kelâmiyle der: İnsaniyetiniz ne olmuş ki, böyle canavarcasına arkadaşınızı diş ile parçalamayı yapıyorsunuz?
Beşincisi,
kelimesiyle der: Hiç rikkat-i cinsiyeniz, hiç sıla-i rahminiz yok mu ki, böyle çok cihetlerle kardeşiniz olan bir mazlûmun şahs-ı ma’nevîsini insafsızca dişliyorsunuz? Ve hiç aklınız yok mu ki, kendi âzanızı kendi dişinizle divâne gibi ısırıyorsunuz?
Altıncısı,
kelâmiyle der: Vicdanınız nerede? Fıtratınız bozulmuş mu ki, en muhterem bir halde bir kardeşinize karşı, etini yemek gibi en müstekreh bir işi yapıyorsunuz?
Demek şu âyetin ifadesiyle ve kelimelerin ayrı ayrı delâletiyle: Zem ve gıybet, aklen ve kalben ve insaniyeten ve vicdanen ve fıtraten ve milliyeten mezmumdur. İşte bak nasıl şu âyet, îcazkârâne altı mertebe zemmi zemmetmekle, i’cazkârâne altı derece o cürümden zecreder.
Gıybet, ehl-i adâvet ve hased ve inadın en çok isti’mal ettikleri alçak bir silâhtır. İzzet-i nefis sahibi, bu pis silâha tenezzül edip isti’mal etmez. Nasıl meşhur bir zât demiş:

Yâni: “Düşmanıma gıybetle ceza vermekten nefsimi yüksek tutuyorum; ve tenezzül etmiyorum. Çünkü gıybet; zaîf ve zelîl ve aşağıların silahıdır.”
Gıybet odur ki: Gıybet edilen adam hazır olsa idi ve işitse idi, kerâhet edip darılacaktı. Eğer doğru dese, zâten gıybettir. Eğer yalan dese; hem gıybet, hem iftiradır. İki katlı çirkin bir günahtır.
English
العربية
Pyccĸий
français
Deutsch
Español
italiano
中文
日本語
Қазақ
Кыргыз
o'zbek
azərbaycan
Türkmence
فارسى