İkincisi: Çok Sözlerde îzah ettiğimiz gibi: Herşey, ma’na-yı ismiyle ve kendine bakan vecihte hiçtir. Kendi zâtında müstakil ve bizâtihî sâbit bir vücûdu yok. Ve yalnız kendi başiyle kaim bir hakîkatı yok. Fakat Cenâb-ı Hakk’a bakan vecihte ise, yâni ma’na-yı harfiyle olsa, hiç değil. Çünkü, onda cilvesi görünen esma-i bâkiye var. Ma’dûm değil; çünkü sermedî bir vücûdun gölgesini taşıyor. Hakîkatı vardır, sâbittir, hem yüksektir. Çünkü mazhar olduğu bâki bir ismin sâbit bir nevi gölgesidir.
Hem
insanın elini mâsivadan kesmek için bir kılınçtır ki; o da Cenâb-ı Hakk’ın hesabına olmayan fâni dünyada, fânî şeylere karşı alâkaları kesmek için, hükmü, dünyadaki fâniyata bakar. Demek Allah hesabına olsa, ma’na-yı harfiyle olsa, livechillâh olsa; mâsivaya girmez ki
kılınciyle başı kesilsin.
Elhasıl: Eğer Allah için olsa, Allah’ı bulsa; gayr kalmaz ki, başı kesilsin. Eğer Allah’ı bulmazsa ve hesabiyle bakmazsa, herşey gayrdır.
kılıncını isti’mal etmeli, perdeyi yırtmalı, ta O’nu bulmalı!..

Said Nursî
English
العربية
Pyccĸий
français
Deutsch
Español
italiano
中文
日本語
Қазақ
Кыргыз
o'zbek
azərbaycan
Türkmence
فارسى