
münâcâtı, ona sür’aten vâsıta-i necat olmuştur. Şu münâcâtın sırr-ı azîmi şudur ki: O vaziyette esbâb bilkülliye sukut etti. Çünkü o halde ona necat verecek öyle bir zat lâzım ki; hükmü, hem balığa, hem denize, hem geceye, hem cevv-i semâya geçebilsin. Çünkü, onun aleyhinde “gece, deniz ve hût” ittifak etmişler. Bu üçünü birden emrine musahhar eden bir zât onu sâhil-i selâmete çıkarabilir. Eğer bütün halk onun hizmetkârı ve yardımcısı olsa idiler, yine beş para faideleri olmazdı. Demek esbâbın te’siri yok. Müsebbib-ül-Esbâb’dan başka bir melce’ olamadığını aynelyakîn gördüğünden, Sırr-ı Ehadiyet, Nur-u Tevhid içinde inkişaf ettiği için şu münâcât birdenbire geceyi, denizi ve hûtu musahhar etmiştir. O Nur-u Tevhid ile hûtun karnını bir tahte’l-bahr gemisi hükmüne getirip ve zelzeleli dağ-vâri emvâc dehşeti içinde; denizi, o Nur-u Tevhid ile emniyetli bir sahra, bir meydan-ı cevelan ve tenezzühgâhı olarak o nur ile sema yüzünü bulutlardan süpürüp, Kamer’i bir lâmba gibi başı üstünde bulundurdu. Her taraftan onu tehdit ve tazyik eden o mahlûkat, her cihette ona dostluk yüzünü gösterdiler. Tâ sâhil-i selâmete çıktı. Şecere-i yaktîn altında o Lütf-u Rabbânîyi müşâhede etti.
İşte Hazret-i Yunus Aleyhisselâm’ın birinci vaziyetinden yüz derece daha müdhiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz, istikbâldir. İstikbâlimiz, nazar-ı gafletle onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. Denizimiz, şu sergerdan küre-i zeminimizdir. Bu denizin her mevcinde binler cenâze bulunuyor; onun denizinden bin derece daha korkuludur. Bizim heva-yı nefsimiz, hûtumuzdur; hayât-ı ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor. Bu hût, onun hûtundan bin derece daha muzırdır. Çünkü; onun hûtu yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim hûtumuz ise, yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor. Mâdem hakîki vaziyetimiz budur; biz de Hazret-i Yunus Aleyhisselâm’a iktidâen, umum esbâbdan yüzümüzü çevirip doğrudan doğruya Müsebbibü’l-Esbâb olan Rabbimize iltica edip

demeliyiz ve ayn-el-yakîn anlamalıyız ki; gaflet ve dalâletimiz sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbâl, dünya ve heva-yı nefsin zararlarını def’edecek yalnız o zât olabilir ki; istikbâl taht-ı emrinde, dünya taht-ı hükmünde, nefsimiz taht-ı idaresindedir. Acaba Hâlık-ı Semavât ve Arzdan başka hangi sebeb var ki, en ince ve en gizli hâtırat-ı kalbimizi bilecek ve bizim için istikbâli, Âhiretin îcadiyle ışıklandıracak ve dünyanın yüz bin boğucu emvâcından kurtaracak, hâşâ, Zât-ı Vâcibü’l-Vücûddan başka hiçbir şey, hiçbir cihette Onun izni ve irâdesi olmadan imdad edemez ve halaskâr olamaz.
Türkçe
English
العربية
Pyccĸий
français
Deutsch
Español
italiano
中文
日本語
Қазақ
Кыргыз
o'zbek
Türkmence
فارسى