Nasıl sekenelerine enhar ve çayları, deniz ve ırmakları, dağ ve tepeleri, ayrı ayrı mahluklarına ve ibadına lâyık birer mesken ve vesait-i nakliye yapmış. Sonra yüzbinler ecnas-ı nebatat ve enva’-ı hayvanatı ile kemal-i hikmet ve intizam ile doldurup hayat vererek şenlendirmek, vakitbevakit muntazaman mevt ile terhis ederek boşaltıp yine muntazaman "Ba’sü ba’del mevt" suretinde doldurmak; bir Kadîr-i Zülcelal’in ve bir Hakîm-i Zülkemal’in vücub-u vücuduna ve vahdetine yüzbinler lisanlarla şehadet ederler.
Elhasıl: Yüzü, acaib-i san’ata bir meşher ve garaib-i mahlukata bir mahşer ve kafile-i mevcudata bir memer ve sufûf-u ibadına bir mescid ve makarr olan zemin; bütün kâinatın kalbi hükmünde olduğundan, kâinat kadar nur-u vahdaniyeti gösterir.
İşte ey coğrafyacı efendi! Bu zemin kafası yüzbin ağız, herbirinde yüzbin lisan ile Allah’ı tanıttırsa ve sen Onu tanımazsan, başını tabiat bataklığına soksan, derece-i kabahatını düşün. Ne derece dehşetli bir cezaya seni müstehak eder, bil, ayıl ve başını bataklıktan çıkar.
de.
English
العربية
Pyccĸий
français
Deutsch
Español
italiano
中文
日本語
Қазақ
Кыргыз
o'zbek
azərbaycan
Türkmence
فارسى