Avrupa muhabbeti, gayr-ı meşru muhabbet, hem taklid ve hem ülfet.
Âkibeti mükâfat: Mahbubun gaddârane adâveti, cinâyât...
Fâsık-ı mahrum bulmaz, ne lezzet ve ne necat.
Ey tâlib-i hakikat! Mâziye, hem musibet; müstakbel ve ma’siyet ayrı görür şeriat. Mâziye, mesâibe nazar olur kadere.
Söz olur Cebriye. Müstakbel ve maâsî, nazar olur teklife, söz olur i’tizâle. İ’tizâl ile Cebr
Şurada barışırlar. Şu bâtıl mezheblerde birer dâne-i hakikat mevcûd, münderiçtir; mahsus mahalli vardır; bâtıl olan ta’mimdir.
Ger istersen hayatı, çareleri bulunan şeyde acze yapışma.
Ger istersen rahatı, çaresi bulunmayan şeyde ceza’a sarılma.
Öyle şerait oluyor, tahtında az bir hareke sahibini çıkarıyor tâ âlâ-yı illiyyîn...
Öyle hâlât oluyor ki; küçük bir hareket, kâsibini indiriyor tâ esfel-i sâfilîn...
Fıtratların bir kısmı birdenbire parlıyor. Bir kısmı tedricîdir, şey’en şey’en kalkıyor. Tabiat-ı insânî ikisine de benziyor.
Şeraite bakıyor; ona göre değişir. Bâzan tedricî gider. Bâzan dahi oluyor barut gibi zulmânî, birdenbire fışkırıyor.
Nûrânî bir nar olur. Bâzı olur bir nazar, fahmi elmas ediyor. Bâzı olur bir temas, taşı iksir ediyor. Bir nazar-ı peygamber,
English
العربية
Pyccĸий
français
Deutsch
Español
italiano
中文
日本語
Қазақ
Кыргыз
o'zbek
azərbaycan
Türkmence
فارسى