İkinci Cilve: Kur’anın şebâbetidir. Her asırda taze nâzil oluyor gibi tazeliğini, gençliğini muhafaza ediyor. Evet, Kur’an, bir hutbe-i ezeliyye olarak umum asırlardaki umum tabakat-ı beşeriyyeye birden hitab ettiği için öyle daimî bir şebabeti bulunmak lâzımdır. Hem de, öyle görülmüş ve görünüyor. Hattâ efkârca muhtelif ve istidadça mütebayin asırlardan her asra göre güya o asra mahsus gibi bakar, baktırır ve ders verir. Beşerin âsâr ve kanunları, beşer gibi ihtiyar oluyor, değişiyor, tebdil ediliyor. Fakat Kur’anın hükümleri ve kanunları, o kadar sâbit ve râsihtir ki, asırlar geçtikçe daha ziyâde kuvvetini gösteriyor. Evet, en ziyâde kendine güvenen ve Kur’anın sözlerine karşı kulağını kapayan şu asr-ı hâzır ve şu asrın ehl-i kitab insânları Kur’anın 
hitab-ı mürşidanesine o kadar muhtaçtır ki, güya o hitab doğrudan doğruya şu asra müteveccihtir ve
lafzı
mânâsını dahi tazammun eder.
Bütün şiddetiyle, bütün tazeliğiyle, bütün şebabetiyle

sayhasını âlemin aktarına savuruyor.
Meselâ: Şahıslar, cemâatler, muârazasından âciz kaldıkları Kur’ana karşı; bütün nev’-i beşerin ve belki cinnîlerin de netice-i efkârları olan medeniyet-i hâzıra, Kur’ana karşı muâraza vaziyetini almışlar. İ’caz-ı Kur’ana karşı, sihirleriyle muâraza ediyor. Şimdi, şu müdhiş yeni muârazacıya karşı i’câz-ı Kur’anı,

âyetinin dâvasını isbat etmek için medeniyetin muâraza sûretiyle vaz’ettiği esasâtı ve desatirini, esasât-ı Kur’aniyye ile karşılaştıracağız.
Birinci derecede: Birinci Söz’den tâ Yirmibeşinci Söz’e kadar olan müvazeneler ve mizanlar ve o Sözlerin hakîkatleri ve başları olan âyetler, iki kerre iki dört eder derecesinde medeniyete karşı Kur’anın i’câzını ve galebesini isbat eder.
English
العربية
Pyccĸий
français
Deutsch
Español
italiano
中文
日本語
Қазақ
Кыргыз
o'zbek
azərbaycan
Türkmence
فارسى