Bu âyetin küllî ve çok geniş ma’na-yı kudsîsinin cüz’iyatından Risâle-i Nur şâkirdleri gibi teselliye çok muhtaç bir cüz’îsi bu asırda bin üç yüz elli ikide bulunduğuna tam tamına tevâfukla işâret ederek başına parmak basıyor. Eğer

kelimesinde vakfedilmezse ve
kelimesiyle rabtedilse, o vakit
,
olmaz. Fakat daha lâtif tesellikâr bir tevâfuk olur... Çünkü

kaide-i nahviyece mübtedadır.

onun haberidir. Bu haber ise, makam-ı cifrîsi olan bin üç yüz kırk dokuz (1349) adediyle, bin üç yüz kırk dokuz tarihinden beşaretle remzen haber verir. Ve o tarihte bulunan Kur’ân hizmetkârlarından bir tâifenin ashab-ı Cennet ve ehl-i saadet olduğunu ma’na-yı işarîsiyle ve tevâfuk-u cifrî ile ihbar eder ve bu tarihte Risâle-i Nur şâkirdleri Kur’ân hesabına fevkalâde hizmetleri ve tenevvürleri ve çok mühim risâlelerin te’lifleri ve başlarına gelen şimdiki musîbetin, düşmanları tarafından ihzârâtı tezahür ettiğinden, elbette bu tarihe müteveccih ve işarî, tesellikâr bir beşaret-i Kur’âniye en evvel onlara baktığını gösterir. Evet

de şeddeli
bir
sayılmak cihetiyle
dört yüz,
altı yüz, bin eder. İki
yüz, bir
iki
bir
iki yüz; diğer
otuz, ikinci
on, iki elif iki, bir
üç, bir
dört, kırk dokuz eder ki; yekûnü 1349 eder. Bu müjde-i Kur’âniyenin binden bir vechi bize teması, bin hazineden ziyâde kıymetdardır. Bu müjdenin bir müjdecisi bir sene evvel görülmüş bir rü’ya-yı sâdıkadır. Şöyle ki: Isparta’da başımıza gelen bu hâdiseden bir ay evvel bir zâta rü’yada (ona) deniliyor ki:
English
العربية
Pyccĸий
français
Deutsch
Español
italiano
中文
日本語
Қазақ
Кыргыз
o'zbek
azərbaycan
Türkmence
فارسى