Tılsımlar Mecmuası | Dördüncü Şuâ'nin Yalniz Birinci Mertebesi | 158
(155-159)
etmek için, kabuğunu terkeden bir çekirdek gibi, ben de o bâkî meyveleri vermek için bu beka-i dünyevînin kabuğunu bırakmağa nefsimi kandırdım, nefsimle beraber: حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ Onun bekası bize yeter dedim.
Hem şuur-u îmânî ve intisab-ı ubudiyet ile toprak perdesinin arkası ışıklanması ve ağır tabaka-i turâbiye dahi ölülerin üstenden kaktığını ve kabir kapısıyla girilen yeraltı dahi, adem-âlûd karanlıklar olmadığını ilmelyâkin ile bildim.bütün kuvvetimle : حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ dedim.
Hem gayet kat'î bir surette hissettim ve o şuur-u îmânî ile hakkalyakîn bildim ki; fıtratımda çok şiddetli olan aşk-ı beka, Bâkî-i Zülkemâl'in bekasına, varlığına iki cihetle bakarken; enâniyetin perde çekmesiyle mahbubunu kaçırmış, âyinesine perestiş etmiş bir serseme dönmüş gördüm. Ve o çok derin ve kuvvetli aşk-ı beka, bizzat ve sebepsiz, fıtraten sevilen ve perestiş edilen kemâl-i mutlak bir isminin gölgesi vasıtasıyla mahiyetimde hükmedip o aşk-ı bekayı vermiş ve muhabbet için hiçbir illet ve hiçbir garazı ve zâtından başka hiçbir sebep iktiza etmeyen kemâl-i zâtı perestişe kâfî ve vâfi iken, sâbıkan beyan ettiğimiz ve her birisine bir hayat ve bir beka değil, belki elden gelse, binler hayat-ı dünyeviye ve beka fedâ edilmeğe lâyık olan mezkûr bâkî meyveleri dahi ihsân etmekle, o fıtrî aşkı şiddetlendirmiş hissettim. Elimden gelse idi, bütün zerrat-ı vücudumla:
حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ diyecektim ve o niyetle dedim.Ve bekasını arayan ve beka-yı İlâhiyi bulan o şuur-u îmânî -ki bir kısım meyvelerine sâbıkan "Hem..Hem... Hem..."ler ile işaret ettim - bana öyle bir zevk ve şevk verdi ki; bütün ruhumla, bütün kuvvetimle, en derin kalbimde nefsimle beraber dedi.
Hem şuur-u îmânî ve intisab-ı ubudiyet ile toprak perdesinin arkası ışıklanması ve ağır tabaka-i turâbiye dahi ölülerin üstenden kaktığını ve kabir kapısıyla girilen yeraltı dahi, adem-âlûd karanlıklar olmadığını ilmelyâkin ile bildim.bütün kuvvetimle : حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ dedim.
Hem gayet kat'î bir surette hissettim ve o şuur-u îmânî ile hakkalyakîn bildim ki; fıtratımda çok şiddetli olan aşk-ı beka, Bâkî-i Zülkemâl'in bekasına, varlığına iki cihetle bakarken; enâniyetin perde çekmesiyle mahbubunu kaçırmış, âyinesine perestiş etmiş bir serseme dönmüş gördüm. Ve o çok derin ve kuvvetli aşk-ı beka, bizzat ve sebepsiz, fıtraten sevilen ve perestiş edilen kemâl-i mutlak bir isminin gölgesi vasıtasıyla mahiyetimde hükmedip o aşk-ı bekayı vermiş ve muhabbet için hiçbir illet ve hiçbir garazı ve zâtından başka hiçbir sebep iktiza etmeyen kemâl-i zâtı perestişe kâfî ve vâfi iken, sâbıkan beyan ettiğimiz ve her birisine bir hayat ve bir beka değil, belki elden gelse, binler hayat-ı dünyeviye ve beka fedâ edilmeğe lâyık olan mezkûr bâkî meyveleri dahi ihsân etmekle, o fıtrî aşkı şiddetlendirmiş hissettim. Elimden gelse idi, bütün zerrat-ı vücudumla:
حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ diyecektim ve o niyetle dedim.Ve bekasını arayan ve beka-yı İlâhiyi bulan o şuur-u îmânî -ki bir kısım meyvelerine sâbıkan "Hem..Hem... Hem..."ler ile işaret ettim - bana öyle bir zevk ve şevk verdi ki; bütün ruhumla, bütün kuvvetimle, en derin kalbimde nefsimle beraber dedi.
حَسْبِىَ مِنَ الْبَقَاءِ لَذَّةً وَسَعَادَةً . اِيمَانِى وَشُعُورِى وَاِذْعَانِى بِاَنَّهُ هُوَ اِلَهِ الْبَاقِى
حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
Ses Yok
English
العربية
Pyccĸий
français
Deutsch
Español
italiano
中文
日本語
Қазақ
Кыргыз
o'zbek
azərbaycan
Türkmence
فارسى