Tılsımlar Mecmuası | Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı Mukaddeme | 60
(47-64)
Velhasıl: Cenâb-ı Hakk'a isnad edilse, bütün eşya birtek şey gibi bir sühulet peyda eder. Eğer esbaba isnad edilse her bir şey, bütün eşya kadar suûbet peyda eder. Madem öyledir; kâinatta şu görülen fevkalâde ucuzluk ve şu göz önündeki hadsiz mebzuliyyet, Sikke-i Vahdeti güneş gibi gösterir. Eğer, gayet mebzuliyetle elimize geçen şu meyveler, Vâhid-i Ehad'in malı olmazsa, bütün dünyayı verse idik, birtek narı yiyemezdik.
ONUNCU LEM'A: Tecelli-i Cemâliyyeyi gösteren hayat; nasıl bir bürhan-ı Ehadiyyettir, belki bir çeşit tecelli-i Vahdettir. Tecelli-i Celâli izhar eden memat dahi, bir bürhan-ı Vâhidiyyettir. Evet meselâ: وَلِلَّهِ الْمَثَلُ الاَعْلَى Nasılki, Güneşe karşı parlıyan ve akan büyük bir ırmağın kabarcıkları ve zemin yüzünün mütelemmi' şeffâfatı, Güneşin aksini ve ışığını göstermek suretiyle Güneşe şehadet ettikleri gibi, o kataratın ve şeffâfatın gurubiyle, gitmeleriyle beraber arkalarından yeni gelen katarat taifeleri ve şeffâfat kabileleri üstünde yine Güneşin cilveleri haşmetle devamı ve ışığının tecellisi ve noksansız istimrarı kat'iyyen şehadet eder ki: Sönüp yanan, değişip tazelenen, gelip parlıyan misâli güneşcikler ve ışıklar ve nurlar; bir bâki, dâimî, âlî, tecellisi zevalsiz birtek Güneşin cilveleridir. Demek o parlayan
kataratlar; zuhuriyle ve gelmeleriyle Güneşin vücûdunu gösterdikleri gibi; gurublariyle, zevalleriyle, Güneşin bekasını ve devamını ve birliğini gösteriyorlar.
Aynen öyle de: Şu mevcudat-ı seyyale, vücûdlariyle ve hayat-lariyle Vâcib-ul-Vücûd'un vücub-u vücûduna ve Ehadiyyetine şehadet ettikleri gibi; zevalleriyle, ölümleriyle o Vâcib'ul-Vücûd'un Ezeliyyetine, Sermediyyetine ve Ehadiyyetine şehadet ederler. Evet gece gündüz, kış ve yaz, asırlar ve devirlerin değişmesiyle gurub ve ufûl içinde teced-düd eden ve tazelenen masnuat-ı cemîle, mevcûdat-ı lâtife, elbette bir âli ve sermedî ve dâim-üt-tecellî bir cemal sahibinin vücûd ve beka ve vahdetini gösterdikleri gibi; o masnuat, esbab-ı zâhiriyye-i süfliyyele-riyle beraber zeval bulup ölmeleri, o esbabın hiçliğini ve bir perde olduğunu gösteriyorlar. Şu hal kat'iyyen isbat eder ki; şu san'atlar, şu nakışlar, şu cilveler; bütün esmâsı kudsiyye ve cemîle olan bir Zât-ı Cemîl-i Zülcelâl'in tazelenen san'atlarıdır, tahavvül eden nakışlarıdır, taharrük eden âyineleridir, birbiri arkasından gelen sikkeleridir, hikmetle değişen hâtemleridir...
ONUNCU LEM'A: Tecelli-i Cemâliyyeyi gösteren hayat; nasıl bir bürhan-ı Ehadiyyettir, belki bir çeşit tecelli-i Vahdettir. Tecelli-i Celâli izhar eden memat dahi, bir bürhan-ı Vâhidiyyettir. Evet meselâ: وَلِلَّهِ الْمَثَلُ الاَعْلَى Nasılki, Güneşe karşı parlıyan ve akan büyük bir ırmağın kabarcıkları ve zemin yüzünün mütelemmi' şeffâfatı, Güneşin aksini ve ışığını göstermek suretiyle Güneşe şehadet ettikleri gibi, o kataratın ve şeffâfatın gurubiyle, gitmeleriyle beraber arkalarından yeni gelen katarat taifeleri ve şeffâfat kabileleri üstünde yine Güneşin cilveleri haşmetle devamı ve ışığının tecellisi ve noksansız istimrarı kat'iyyen şehadet eder ki: Sönüp yanan, değişip tazelenen, gelip parlıyan misâli güneşcikler ve ışıklar ve nurlar; bir bâki, dâimî, âlî, tecellisi zevalsiz birtek Güneşin cilveleridir. Demek o parlayan
kataratlar; zuhuriyle ve gelmeleriyle Güneşin vücûdunu gösterdikleri gibi; gurublariyle, zevalleriyle, Güneşin bekasını ve devamını ve birliğini gösteriyorlar.
Aynen öyle de: Şu mevcudat-ı seyyale, vücûdlariyle ve hayat-lariyle Vâcib-ul-Vücûd'un vücub-u vücûduna ve Ehadiyyetine şehadet ettikleri gibi; zevalleriyle, ölümleriyle o Vâcib'ul-Vücûd'un Ezeliyyetine, Sermediyyetine ve Ehadiyyetine şehadet ederler. Evet gece gündüz, kış ve yaz, asırlar ve devirlerin değişmesiyle gurub ve ufûl içinde teced-düd eden ve tazelenen masnuat-ı cemîle, mevcûdat-ı lâtife, elbette bir âli ve sermedî ve dâim-üt-tecellî bir cemal sahibinin vücûd ve beka ve vahdetini gösterdikleri gibi; o masnuat, esbab-ı zâhiriyye-i süfliyyele-riyle beraber zeval bulup ölmeleri, o esbabın hiçliğini ve bir perde olduğunu gösteriyorlar. Şu hal kat'iyyen isbat eder ki; şu san'atlar, şu nakışlar, şu cilveler; bütün esmâsı kudsiyye ve cemîle olan bir Zât-ı Cemîl-i Zülcelâl'in tazelenen san'atlarıdır, tahavvül eden nakışlarıdır, taharrük eden âyineleridir, birbiri arkasından gelen sikkeleridir, hikmetle değişen hâtemleridir...
Ses Yok
English
العربية
Pyccĸий
français
Deutsch
Español
italiano
中文
日本語
Қазақ
Кыргыз
o'zbek
azərbaycan
Türkmence
فارسى