Tılsımlar Mecmuası | Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı Mukaddeme | 50
(47-64)
İşte, eğer aklın evhamda boğulmamış ise anlarsın ki: Bir kelime-i kudreti, meselâ “bal arısını” ekser eşyaya bir nevi küçük fihriste yapmak ve bir sahifede, meselâ “insanda” şu kitab-ı kâinatın ekser mes'elelerini yazmak, hem bir noktada, meselâ küçücük “incir çekirdeğinde” koca incir ağacının programını dercetmek ve bir harfde, meselâ “kalb-i beşerde” şu âlem-i kebirin safahatında tecelli ve ihâta eden bütün Esmânın âsârını göstermek ve bir mercimek tanesi kadar mevki tutan “kuvve-i hâfıza-i insaniyyede” bir kütübhane kadar yazı yazdırmak ve bütün hâdisat-ı kevniyyenin mufassal fihristesini o kuvvecikte dercetmek, elbette ve elbette Hâlik-ı Küll-i Şey'e has ve bu kâinatın Rabb-ı Zülcelâl'ine mahsus bir hâtemdir.
İşte zîhayat üstünde olan pekçok Hâtem-i Rabbânîden bir tek hâtem, böyle nurunu gösterse ve onun âyâtını şöyle okuttursa, acaba birden bütün o hâtemlere bakabilsen, görebilsen:
سُبْحَانَ مَنِ اخْتَفَى بِشِدَّةِ الظُّهُورِ demiyecek misin?
DÖRDÜNCÜ LEM'A: Bak, şu semâvâtın denizinde yüzen ve şu
zeminin yüzünde serpilen rengârenk mevcûdâta ve çeşit çeşit masnuata dikkat et! Göreceksin ki; her biri üstünde Şems-i Ezelî'nin taklid kabul etmez turraları vardır. Nasıl hayatta sikkeleri, zîhayatta hâtemleri görünüyor ve bir-ikisini gördük. İhya üstünde dahi öyle turraları vardır. Temsil, derin mânaları fehme yakınlaştırdığından bir temsil ile şu hakîkatı göstereceğiz.
Meselâ, güneş: Seyyarelerden tut, tâ katrelere kadar, tâ camın küçük parçalarına kadar ve kar'ın parlak zerreciklerine kadar şu Güneşin misâliyyesinden ve in'ikasından bir turrası, Güneş'e mahsus bir eser-i nuranîsi görünüyor. Şâyet o hadsiz şeylerde görünen güneşciklerini, Güneşin cilve-i in’ikası ve tecelli-i aksi olduğunu kabûl etmezsen, o vakit her bir katrede ve ziyâya mâruz her bir cam parçasında ve ışığa mukabil her şeffaf bir zerrecikte; tabiî, hakîkî bir Güneşin vücûdunu bil-asâle kabûl etmek gibi gayet derece bir divânelikle, nihayetsiz bir belâhete düşmekliğin lâzım gelir. Öyle de: Şems-i Ezelî'nin tecelliyat-ı nuraniyyesinden “İhya” yâni “Hayat vermek” cihetinde, her bir zîhayat üstünde öyle bir turrası vardır ki, faraza bütün esbab toplansa ve birer fâil-i muhtar kesilseler, yine o turrayı taklid edemezler. Zira, herbiri birer Mu'cize-i Kudret olan zîhayatlar, her biri o Şems-i Ezelî'nin şuaları hükmünde olan Esmâsının nokta-i mihrakiyyesi suretindedir. Eğer, zîhayat üstünde görünen o nakş-ı acib-i san'atı, o nazm-ı garib-i hikmeti ve o tecelli-i sırr-ı ehadiyyeti, Zât-ı Ehad-i Samed'e verilmediği vakit, her bir zîhayatta, hattâ bir sinekte, bir çiçekte nihayetsiz bir kudret-i fâtıra, içinde saklandığını ve herşey'i muhit bir ilim bulunduğunu ve kâinatı idare edecek bir İrade-i Mutlaka onda mevcud olduğunu; belki Vâcib'ül Vücûd'a mahsus bâkî sıfatları dahi onların içinde bulunduğunu kabûl etmek, âdetâ o çiçeğin, o sineğin her bir zerresine bir Ulûhiyyet vermek gibi dalâletin en eblehcesine, hurafatın en ahmakcasına bir derekesine düşmek lâzım gelir.
İşte zîhayat üstünde olan pekçok Hâtem-i Rabbânîden bir tek hâtem, böyle nurunu gösterse ve onun âyâtını şöyle okuttursa, acaba birden bütün o hâtemlere bakabilsen, görebilsen:
سُبْحَانَ مَنِ اخْتَفَى بِشِدَّةِ الظُّهُورِ demiyecek misin?
DÖRDÜNCÜ LEM'A: Bak, şu semâvâtın denizinde yüzen ve şu
zeminin yüzünde serpilen rengârenk mevcûdâta ve çeşit çeşit masnuata dikkat et! Göreceksin ki; her biri üstünde Şems-i Ezelî'nin taklid kabul etmez turraları vardır. Nasıl hayatta sikkeleri, zîhayatta hâtemleri görünüyor ve bir-ikisini gördük. İhya üstünde dahi öyle turraları vardır. Temsil, derin mânaları fehme yakınlaştırdığından bir temsil ile şu hakîkatı göstereceğiz.
Meselâ, güneş: Seyyarelerden tut, tâ katrelere kadar, tâ camın küçük parçalarına kadar ve kar'ın parlak zerreciklerine kadar şu Güneşin misâliyyesinden ve in'ikasından bir turrası, Güneş'e mahsus bir eser-i nuranîsi görünüyor. Şâyet o hadsiz şeylerde görünen güneşciklerini, Güneşin cilve-i in’ikası ve tecelli-i aksi olduğunu kabûl etmezsen, o vakit her bir katrede ve ziyâya mâruz her bir cam parçasında ve ışığa mukabil her şeffaf bir zerrecikte; tabiî, hakîkî bir Güneşin vücûdunu bil-asâle kabûl etmek gibi gayet derece bir divânelikle, nihayetsiz bir belâhete düşmekliğin lâzım gelir. Öyle de: Şems-i Ezelî'nin tecelliyat-ı nuraniyyesinden “İhya” yâni “Hayat vermek” cihetinde, her bir zîhayat üstünde öyle bir turrası vardır ki, faraza bütün esbab toplansa ve birer fâil-i muhtar kesilseler, yine o turrayı taklid edemezler. Zira, herbiri birer Mu'cize-i Kudret olan zîhayatlar, her biri o Şems-i Ezelî'nin şuaları hükmünde olan Esmâsının nokta-i mihrakiyyesi suretindedir. Eğer, zîhayat üstünde görünen o nakş-ı acib-i san'atı, o nazm-ı garib-i hikmeti ve o tecelli-i sırr-ı ehadiyyeti, Zât-ı Ehad-i Samed'e verilmediği vakit, her bir zîhayatta, hattâ bir sinekte, bir çiçekte nihayetsiz bir kudret-i fâtıra, içinde saklandığını ve herşey'i muhit bir ilim bulunduğunu ve kâinatı idare edecek bir İrade-i Mutlaka onda mevcud olduğunu; belki Vâcib'ül Vücûd'a mahsus bâkî sıfatları dahi onların içinde bulunduğunu kabûl etmek, âdetâ o çiçeğin, o sineğin her bir zerresine bir Ulûhiyyet vermek gibi dalâletin en eblehcesine, hurafatın en ahmakcasına bir derekesine düşmek lâzım gelir.
Ses Yok
English
العربية
Pyccĸий
français
Deutsch
Español
italiano
中文
日本語
Қазақ
Кыргыз
o'zbek
azərbaycan
Türkmence
فارسى