Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm’ın belig bir temsil ile beyân ettiği hâdisenin te’vilini gösterdi.
Üçüncü Esas: Naklolunan haberler eğer tevâtür sûretinde olsa, kat’idir. Tevâtür iki kısımdır. (Hâşiye) Biri: “Sârih Tevâtür”, biri “Ma’nevî tevâtür”dür. Ma’nevî Tevâtür de iki kısımdır:
Biri: Sükûtîdir. Yâni, sükût ile kabûl gösterilmiş. Meselâ: Bir cemâat içinde bir adam, o cemâatin nazarı altında bir hâdiseyi haber verse, cemâat onu tekzib etmezse, sü-kût ile mukabele etse, kabûl etmiş gibi olur. Husûsan, haber verdiği hâ-disede cemâat onunla alâkadar olsa, hem tenkîde müheyyâ ve hatayı kabûl etmez ve yalanı çok çirkin görür bir cemâat olsa, elbette onun sükûtu o hâdisenin vukuuna kuvvetli delâlet eder. İkinci kısım tevâtür-ü ma’nevî şudur ki: Bir hâdisenin vukuuna, meselâ “Bir kıyye taam, iki yüz adamı tok etmiş” denilse; fakat onu haber verenler, ayrı ayrı sûrette haber veriyor.. biri bir çeşit, biri başka bir sûrette, diğeri başka bir şekil-de beyân eder.. fakat umumen, aynı hâdisenin vukuuna müttefiktirler. İşte mutlak hâdisenin vukuu; mütevatir-i bil-ma’nadır, kat’idir. İhtilaf-ı sûret ise, zarar vermez. Hem ba’zan olur ki: Haber-i vâhid, ba’zı şerâit dâhilinde tevâtür gibi kat’iyyeti ifade eder. Hem ba’zan olur ki; haber-i vâhid haricî emarelerle kat’iyyeti ifade eder. İşte Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan bize naklolunan mu’cizatı ve delâil-i nübüv-veti, kısm-ı a’zamı tevâtür iledir; ya sarihî, ya ma’nevî, ya sükûtî. Ve bir kısmı çendan “haber-i vâhid” iledir. Fakat öyle şerâit dahilinde, nekkad-ı muhaddisîn nazarında kabûle şâyân olduktan sonra, tevâtür gibi kat’iyyeti ifade etmek lâzım gelir. Evet muhaddisînin muhakkikîninden “El-Hâfız” ta’bir ettikleri zâtlar, lâakal yüz bin hadîsi hıfzına almış binler Muhakkik Muhaddisler, hem elli sene sabah namazını işa abdestiyle kılan müttakî Muhaddisler ve başta Buharî ve Müslim olarak Kütüb-ü Sitte-i Hadîsiye sâhibleri olan ilm-i hadîs dâhîleri, allâmeleri tashih ve kabûl ettikleri haber-i vâhid, tevâtür kat’iyyetinden geri kalmaz. Evet fenn-i hadîsin muhakkikleri, nekkadları o derece hadîs ile husûsiyet peydâ etmişler ki, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın tarz-ı ifade-sine ve üslûb-u âlîsine ve sûret-i ifadesine ünsiyet edip meleke kesbetmişler ki; yüz hadîs içinde bir mevzu’u görse, “Mevzu’dur” der. “Bu, hadîs olmaz ve Peygamber’in sözü değildir” der, reddeder. Sarraf gibi hadîsin cevherini tanır, başka sözü ona iltibas edemez. Yalnız İbn-i Cevzî gibi ba’zı muhakkikler tenkidde ifrat edip, ba’zı Ehadîs-i Sahihaya da mevzu’ demişler.
-------------------------------------------
(Hâşiye): Şu risâlede “tevâtür” lâfzı, Türkçe “şâyia” ma’nasındaki tevâtür değil, belki yakîni ifade eden, yalan ihtimali olmayan kuvvetli ihbardır.
English
العربية
Pyccĸий
français
Deutsch
Español
italiano
中文
日本語
Қазақ
Кыргыз
o'zbek
azərbaycan
Türkmence
فارسى