Şecere-i âlemde, meylü’l-istikmal vardır. Yâni kâinatın, bir ağaç gibi bütün zerrâtı ve eczası kemâle meyleder ve kemâle doğru yürümekte-dirler. O umûmî meylü’l-istikmalden ayrı olarak, insanda da meyl-üt terakki vardır. Bu meyl-üt terakki çekirdek gibidir; neşv ü neması pek çok tecrübeler vâsıtasiyle olur; ve çok fikirlerin mahsulü olan neticelerin içtimâîyle teşekkül ve tevessü’ etmekle fünunu intâc eder. Bu fünun da, mürettebedir. Yâni her ikinci fen, birincisinin neticesidir. Birincisi olmasa, o olamaz. Birincisinin ona mukaddeme ve ulûm-u mütearife hükmünde olması şarttır. Buna binâen bundan on asır evvel gelen insanlara fünûn-u hazırayı ders vermek veya gârib mes’elelerden bahsetmek; onların zi-hinlerini şaşırtmaktan ve o insanları safsatalara atmaktan gayrı bir faide vermezdi. Meselâ: Kur’ân-ı Kerîm, “Ey insanlar! Şems’in sükûnuna, Arz’ın hareketine (*) ve bir katre su içinde binlerce hayvânâtın bulunduğuna dik-kat ediniz ki azamet-i İlâhîyyeyi anlayasınız.” demiş olsaydı, bütün o zamanların insanlarını tekzibe sevketmiş olurdu. Çünkü, hiss-i zâhirîye muhaliftir. Maahaza on asırdan beri gelip geçen insanları şaşırtmak, yalnız fünûn-u cedidenin zuhurundan sonra gelen insanları memnun etmek; makam-ı irşâda muhalif olduğu gibi, ruh-u belâgatla da kabil-i te’lif değildir.
S― “Keşfiyat-ı fenniye ve fünun-u hazıra eski insanlara meçhul ve gayr-ı me’luf olduğundan, onları onlara ders vermek hatadır.” diyorsun. Bilhassa âhirete âid ahvâl gibi, müstakbeldeki nazariyat da böyle değil midir? Onlar da bize meçhul ve gayr-ı me’lufturlar. Onlardan bahset-mek ne için hata olmuyor?
C― Müstakbeldeki nazariyat, bilhassa âhirete âid ahvâle hiç bir ci-hetle hiss-i zâhirî taallûk etmemiştir ki, o hissin hilafını söylemek şaşırtma olsun. Binâenaleyh o gibi şeyler, dâire-i imkândadırlar. Öyle ise onlara i’tikâd ve onlar ile itminan peyda etmek mümkündür. Öyle ise o gibi şeylerin hakk-ı sarihi, onları tasrih etmektir. Lâkin keşfiyat-ı fenniye; eski insanlara göre, imkân ve ihtimal dâiresinden çıkıp, muhal ve imtina’ dere-cesine girmişlerdir.
--------------------------------------------(*): Hasta halimde, nevm ile yakaza arasında ihtar edilen bir nüktedir:
Şems’in, yerinde mevlevî-vari yaptığı semâvî hareketi, kuvve-i cazibeyi tevlid etmek içindir. Kuvve-i cazibe de manzûme-i şemsiye ile anılan Güneşe bağlı yıldızları düşmek tehlikesinden kurtarmak içindir. Demek Şems’in mihverinde dâire-vari cereyan ve hareketi olmasa, yıldızlar düşerler.
Said Nursî
Muhterem müellif, diğer bir risâlesinde şöyle diyor:
Evet Güneş bir meyvedardır, silkinir tâ düşmesin seyyar olan yemişleri!
Eğer sükûniyle sükûnet eylese, cezbe kaçar, ağlar fezada muntazam meczubları.
Mütercim
Türkçe
English
العربية
Pyccĸий
français
Deutsch
Español
italiano
中文
日本語
Қазақ
Кыргыз
o'zbek
Türkmence
فارسى