Risâle-i Nur Şâkirdleri, tam ihtiyatla beraber, bir taarruz olduğu vakitte münakaşa etmesinler, aldırmasınlar; ve aldanan ehl-i ilim ve îman ise, dost olsunlar. “Biz size ilişmiyoruz. Siz de bize ilişmeyiniz... Biz, ehl-i îman ile kardeşiz.” deyip yatıştırsınlar.
Sâniyen: Mübâreklerin pehlivanı; hem Abdurrahman, hem Lütfü, hem Büyük Hâfız Ali ma’nalarını taşıyan büyük ruhlu Küçük Ali kardeşimiz bir sual soruyor. Halbuki o sualin cevabı, Risâle-i Nur’da yüz yerde var.
“Risâle-i Nur’un erkân-ı îmaniye hakkında bu derece kesretli tahşidatı ne içindir? Bir âmî mü’minin îmanı büyük bir velinin îmanı gibidir, diye eski hocalar bize ders vermişler.” diyor.
Elcevab: Başta matbu “Âyet-ül Kübrâ,” hem “Yirmi Sekizinci mektubun” üçüncü mes’elesinin ikinci noktasında -meratib-i îmaniye bahislerinde âhire yakın “Müceddid-i Elf-i Sâni İmam-ı Rabbânî” beyânı ve hükmü ki: “Bütün tarikatların müntehası ve en büyük maksadları, hakâik-ı îmaniyenin inkişafıdır, ve bir mes’ele-i îmaniyenin kat’iyyetle vuzuhu, bin kerâmetlerden ve keşfiyattan daha iyidir.” ve “Âyet-ül Kübrânın” en âhirdeki ve “Lâhika’dan” alınan o mektubun parçası ve tamamının beyânatı cevab olduğu gibi; “Meyve Risâlesi”nin tekrarat-ı Kur’âniye hakkında Onuncu Mes’elesi, tevhid ve îman rükünleri hakkında tekrarlı ve kesretli tahşidat-ı Kur’âniyenin hikmeti, aynen bitamamiha onun hakîki tefsiri olan Risâle-i Nur’da cereyan etmesi de cevabdır.
Îman-ı tahkiki, taklidî ve icmâlî ve tafsilî; ve îmanın bütün tehacümata, vesveseler ve şübhelere karşı dayanıp sarsılmamasını beyân eder, Risâle-i Nur parçalarının izahatı, büyük ruhlu Küçük Ali’nin mektubuna öyle bir cevabdır ki, bize hiçbir ihtiyaç bırakmıyor.
İkinci Cihet: Îman, yalnız icmalî ve taklidî bir tasdike münhasır değil. Bir çekirdekten, ta hurma ağacına kadar; ve eldeki aynada görünen misalî güneşten, ta deniz yüzündeki aksine, ta güneşe kadar mertebeleri ve inkişafları olduğu gibi; îmanın o derece kesretli hakîkatları var ki, bin bir esmâ-i İlâhîye ve sâir erkân-ı îmaniyenin kâinat hakîkatiyle alâkadar çok hakîkatları var ki: “Bütün ilimlerin ve marifetlerin ve kemâlât-ı insaniyenin en büyüğü îmandır ve îman-ı tahkikiden gelen tafsilli ve bürhanlı marifet-i kudsiyedir” diye ehl-i hakîkat ittifak etmişler.
Evet, îman-ı taklidî, çabuk şüphelere mağlûp olur. Ondan çok kuvvetli ve çok geniş olan îman-ı tahkikîde, pek çok meratib var. O mertebelerden “ilmel-yakîn” mertebesi, çok bürhanlarının kuvvetleriyle, binler şübhelere karşı dayanır. Halbuki taklidî îman bir şüpheye karşı ba’zan mağlûb olur.
Türkçe
English
العربية
Pyccĸий
français
Deutsch
Español
italiano
中文
日本語
Қазақ
Кыргыз
o'zbek
Türkmence
فارسى