Sayfa(47-52): | |||
![]() Kur’ân-ı Kerîm, bu âyet gibi çok âyetlerde terkiblerin, kelâmların muhtemel bulundukları ihtimallerden, vecihlerden bir ihtimalini veya bir vechini bir emâre ile tâyin etmemekle, nazm-ı kelâmı mürsel ve mutlak bırakmıştır. Bu da i’cazı intâc eden îcaza menşe’ olarak latif bir sırdır. Şöyle ki: Belâgat, mukteza-yı hale mutabakattan ibârettir. Kur’ân’ın muhatabları, muhtelif asırlarda mütefavit tabakalardır. Bu tabakalara mürâaten, muhavere ve mükâlemeyi o asırlara teşmil etmek üzere, çok yerlerde ta’mim için hazf yapıyor; çok yerlerde nazm-ı kelâmı mutlak bırakıyor ki; ehl-i belâgat ve ulûm-u Arabiyece güzel görünen vecihler, ihtimaller çoğalsın ki, her asırda her tabaka, fehimlerine göre hissesini alsın. Bu âyeti mâkabliyle nazm ve rabteden münâsebet: Kur’ân-ı Kerîm, evvelki âyetle ta’mim yaptıktan sonra, bu âyetle tahsis yapmıştır. Evet bu âyet, ehl-i kitabdan îman edenleri tahsisle şereflerini i’lân ve îmana gelmeyenleri îmana teşvik ediyor. Abdullah İbn-i Selâm ele alınarak diğerlerinin Abdullah İbn-i Selâm gibi olmaları için yapılan teşvik gibi. Ve keza Kur’ân-ı Kerîm’in bütün ümmetlere ve risâlet-i Muhammediye’nin bütün milletlere şamil olduklarını tasrih etmek üzere, her iki Ve keza Kelimenin manası için üzerini çift tıklayınız. | |||